Dünyanın yeni çağında güç artık toprağı değil, insanı yönetme biçiminde gizli.
Bir yanda ekonomik devler, öte yanda gönül inşa eden milletler. Bu çağın en belirleyici farkı burada yatıyor.
Yumuşak güç kavramını ilk kez duyduğumuzda, bu kavramın Amerika’nın dış politikasını meşrulaştırma aracı olduğunu sanmıştık.
Ama Türkiye onu başka bir ruha büründürdü. Bizim yumuşak gücümüz, menfaat değil; muhabbet üzerine kurulu.
Afrika’ya uzanan el, yalnızca ticaret değil; merhamettir. Türk dizileri, yalnızca kültür ihracı değil; insan hikâyeleridir.
Balkanlarda kurulan kardeşlik köprüleri, yalnızca diplomasi değil; vefadır.
Türk Parlamenter Yazarlar Birliği Başkanı İbrahim Aydemir’in bu kavramı yeniden tanımlarken kullandığı bir ifade var: “Gücün gönül temasıyla birleştiği bir çağdayız.”
Bu cümle, Türkiye’nin dış politika vizyonunu özetler nitelikte. Çünkü bu toprakların gücü, kalplere dokunma becerisindedir.
Yeni dünya düzeninde hegemonya, artık askeri üslerle değil; kültür, eğitim, teknoloji ve insanlık köprüleriyle ölçülüyor.
Gerçek güç, zorla hükmeden değil, davet eden gücün ta kendisidir.
Yumuşak gücü bir “ikna stratejisi” olarak değil, bir “medeniyet teklifi” olarak okumak gerekiyor.
Türkiye’nin başarısı da burada gizli: Biz çağrıda bulunuyoruz, dayatmada değil.
Biz paylaşıyoruz, tüketmiyoruz.
Biz inşa ediyoruz, yıkmıyoruz.
Ve bu yüzden, geleceğin dünyasında kalıcı olanlar; tankla, topla değil, gönülle yol alanlardır.
Gönül gücüyle hegemonya kurmak, en yüksek medeniyet aşamasıdır.
İbrahim Aydemir’in altını çizdiği gibi: “Güç, insanın kalbine dokunabiliyorsa değerlidir.”